Eller Bazlamalandı Da Biz Bazlamalanamadık

Eller Bazlamalandı Da Biz Bazlamalanamadık…

Diksiyon derslerine başlarken “Diksiyon”un tanımından sonra; dil, dudak ve çene tembelliği konusuyla devam ederiz. Bu eğitimi almaya gelene kadar, bu kavramlarla aralarında mesafeli bir ilişki olan öğrencilerimiz “mımu mımu” diye çalışmalara başlarken ardından “lili lili lili lili” ve “liki liki liki liki” egzersizlerini yaparken bulurlar kendilerini. Tabii ilk günün temposu ağır. Uzun ve meşakkatli bir eğitime başladığımızın müjdesini verdikten sonra tekerlemelerle biraz havayı yumuşatır çokça da tempoyu hızlandırırız. İşte tam o sırada “pul lazım” demeye başlarız. Herkes kalın bir l harfi ile biten bir kelimenin, ince bir l harfi ile başlayan ikinci bir kelimeyle; üstelik de sadece üç-beş harf, nasıl bu kadar zor olabildiğine isyan eder. Keyifli derstir bizim dersimiz. Daha “pul lazım” hezimetini hazmedemeden ardından “bol limon” gelir (!) Eee yine kısacık iki kelime? Nasıl olur da telaffuz etmek bu kadar zor olabilir bu sözcükleri? Biz her öğrenciyle teker teker çalışırız. “Bakın; pul derken kalın l harfi ile bitiyor, lazım derken ince l harfi ile başlıyor. Bol limon da öyle.” Böyle kolaydan (!) zora doğru sırayla gideriz.

İşte tam o sırada yine aynı soru; “bu çorbayı nanelemeli mi, nanelememeli mi?” Bu noktada herkes çorbasını sade ister (!) Nanenemeliler, nanenememeliler birbirine karışır. Yahu eğitime giderken herkes “diksiyon kolay iş; kursa ne gerek var?” demiyor muydu? Bu naneler maneler nereden çıktı şimdi diye düşünebilirler, olsun. Tam o sırada “bu tespihi imamelemeli mi, imamelememeli mi?” işte yine aynı zorluk, tek tek çalışılır. İlk denemede zor bir tekerleme olduğunu kabul etmeliyiz. İmalelemeli diyenler, imamelelemeli diyenler ve sınıfta gülüşmeler… Hocam ya, bunları nereden buldunuzlar… En sevdiklerimden biri de “eller bazlamalandı da, biz bazlamalanamadık” konuya bazlama tarifinden girip, nerelerde bazlama yenir’e kadar bağlayarak bazlama-lan-dı / bazlama-la-na-ma-dı demenin bin bir yolunu deneriz. Bazen olur, bazen hiç olmaz. İşte o zaman öğrencilerin sağlam ev ödevi vardır.

Diksiyon eğitimi keyifli ve bir o kadar da yorucudur. Çünkü diyafram çalışmaları, kafa sesi, göğüs sesi, harfler, daralmalar, vurgular, sunum teknikleri, beden dili, haber okuma çalışmaları ve daha birçok konu gibi.

Bütün bunlarla birlikte bazı öğrencilerimizin şiveli bir konuşması vardır; İstanbul Türkçesiyle konuşmak istiyordur. Bazıları yurt dışından kesin dönüş yapmıştır; ana dilini aksansız konuşmak istiyordur. Kimileri bazı harflerde sorun yaşarken kimileri de ekrana çıkmak için eğitim alıyordur. Diyaframını kullanmadığı için çabuk yorulan konuşmacılar, sunum yaparken çok heyecanlananlar vb. Diksiyon eğitiminde tüm bu konulara yönelik kapsamlı çalışmalar yaparız.

Eğitimlerde yaygın yanlışlardan bahsederiz. İlk günden özellikle çok üzerinde durduğum kelimeler vardır bir de. Çoğu kişinin her gün kullandığı ama yanlış kullandığı… Yarın ve hayır kelimelerini uzatmamak (her iki kelime de kısa okunur), kendi kelimesini açık (e) ile söylememek gerektiği gibi (kapalı e ile okunur). Dahi kelimesinin bile anlamında olduğunu, uzatmadan okunduğunu ve ayrı yazıldığını, dâhi kelimesinin uzatılarak okunduğunu, inkılap kelimesinin nasıl okunup yazıldığını, yanlış kelimesinin yanılmak kökünden; yalnız kelimesinin de yalın kökünden geldiğini, herkes ve her kez kelimelerinin farkını ilk derste anlatmadan edemem. Bunlar benim için olmazsa olmazlardır.

Yine çok önemsenmesi gereken bir diğer konu da; Türkçemize mümkün olduğu kadar yabancı kelimeler kullanmadan konuşulmasıdır. Özellikle “plaza dili” olarak yarı şaka yarı ciddi bahsettiğimiz ve dilimize yerleşmekte olan yabancı kelimelerle yarı Türkçe yarı İngilizce konuşulması gibi. Yani toplantı set etmeler, check list yapmalar, to do’lar, check etmeler vs. vs. Yani neden daha önce olduğu gibi yapılacak işler listesi ya da iş akışı gibi tanımlar kullanamıyoruz? Tam olarak ifade edemiyor muyuz öyle olunca? Ya da tabelalarda neden İngilizce-Türkçe karışımı bir dil kullanıyoruz? İngilizce birkaç kelime sıkıştırınca daha havalı mı oluyoruz? Yerini tutabilecek onca kelime varken neden yeni duyduğumuz kelimeleri moda hale getiriyoruz? Bu “aynen” nereden çıktı? Peki ya yabancı dildeki kavramları Türkçeye çevirmeye uğraşmadan neden yarı Türkçe yarı İngilizce konu başlıkları haline getiriyoruz?

Diksiyon ve Etkili Konuşma eğitimlerimizde bu konulardan bahsettiğimizde; insanların Türkçenin doğru kullanımı konusunda bizimle ortak hassasiyetleri olduğunu, en azından bu konuda gayretli olduğunu görüyoruz. Ancak bu hassasiyeti her ortamda bulmak bazen çok mümkün olamıyor. Girdiğimiz toplantılarda birdenbire “plaza dili” konuşulmaya başlandığında bazen Fransız kalıyoruz!